Şirket Haberleri

Desa Deri İtalya’da Fabrika Satın Alacak

MELİH Çelet, Türkiye’nin yokluk yıllarında ortaya çıkmış az sayıdaki iş insanından biri. Telefonun bile yeterince olmadığı 1970’li yıllarda dünyaya mal satmak için yola çıkmış gerçek bir girişimci. ITO’ya gelen mal taleplerini alıp onları ihraç ederek iş hayatına adım atmış. Bir gün Amerika’dan gelen kadın çantası talebi hayatını değiştirmiş. Babasından aldığı 300 TL sermayeyle başladığı iş yolculuğu bugün 128 mağaza, 2 bin çalışan, 36 milyon dolarlık ihracat ve 425 milyon TL yıllık ciroya ulaşmış durumda. Deri sektörünün duayen ismi Melih Çelet, Desa Deri’nin halen Yönetim Kurulu Başkanı. Ancak işleri büyük oranda oğlu Burak Çelet’e devretmiş durumda. Baba Çelet’in başlatıp büyük zorluklarla büyüttüğü, bugün oğlunun daha da yukarılara taşımak için uğraş verdiği Desa’nın ilginç hikayesini baba ile oğul birlikte anlattı…

İş hayatına nasıl başladınız?

MELlH ÇELET Eczacılık fakültesinde öğrenciydim, ama bir iş yapma ihtiyacı içindeydim. Babamdan 300 TL sermaye alarak Sirkeci’de İstanbul Ticaret Odası’nın karşısında bir yazıhane kiraladım. ITO’ya gelen yabancı mal taleplerini alıp, onlara cevap yazarak 1970’lerin başında iş hayatına girdim. Sabahtan yıldırım telefon yazdırırdık, akşama ancak bağlanırdı. Hurda bir teleks makinesi buldum. O makineyle dünyayla ilişki kurmaya başladım. Türkiye’nin o dönemde hiçbir sanayi mamulü ihracatı yoktu. Sadece pamuk ve buğday fazlasını satardı. Bir gün gelen bu mal talepleri içinde deri kadın çantası istendiğini gördüm. Karşı tarafa bu ürünü yapabileceğimi yazdım. Talep eden ABD’li firma bu ürünü Lübnan’dan alıyormuş. Swissair’in dünyadaki en büyük kargo müşterisi olan bir firmaymış. Türkiye’deki Svvissair’e benim mektubunu gönderiyor, bunlarla ilgili bana referans verir misin diyor. Swissair’in o zamanki kargo müdürü de benim arkadaşımdı. O da referans veriyor. Firmanın sahibi benimle tanışmak için İstanbul’a geldi. Yanında getirdiği ürünleri gösterip “Bunları yapabilir misin” dedi. Son derece modern, uzun saplı kadın çantalarıydı.

İlk çanta üretimi böyle mi başladı?

M.Ç. Çantaları alıp doğruca Kapalıçarşı’ya gittim. Çarşı’nm girişinde bir imalatçı buldum. Çantaları ona yaptırdım. Amerikalı çantaları görünce “Aferin güzel olmuş, çok kabiliyetlisin” dedi.

Çantaların fiyatını sordu. Ben çantaları getirirken yolda birkaç kez fiyatını artırdım. En son belirlediğim fiyatı söyleyince adam güldü. Çünkü fiyatı çok ucuz buldu. “Bunun gerçek fiyatı şudur” deyip fiyatı belirledi. Böylece derici oldum. O Amerikalı bana ticareti öğretti. Benim manevi babam gibi oldu. Binlerce düzine sipariş geçerdi. Dükkanın olduğu hanın çaycısı hanı üzerimize kitler giderdi, ben dikilmiş çantaları sabaha kadar kolilere yerleştirirdim. Üç ay sonra adam sen kendi imalatını kursana dedi. Ama bende para yok. Bana 4 bin dolar para verdi. Ankara’da kamyon brandaları diken birinden bir dikiş makinesi buldum. Mercan’da Desa’yı kurdum ve çanta imalatına başladım.

Desa’nın büyümesi nasıl gerçekleşti?

M.Ç. Desa Türkiye’den çok ABD’de bilinen bir marka haline geldi. New Jersey’de depomuz vardı, ürünler oradan bütün ABD’ye dağıtılırdı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı olunca ABD Türkiye’ye ambargo uyguladı. Üzerinde Türk malı yazdığı için çantalarımız ABD’de satılmadı. Bunun üzerine Avrupa’ya yöneldim. Avrupa pazarına girince estetiğin ve modanın ne kadar öne geçtiğini gördüm. Bütün dünya markalarının bir şekilde Desa’yla yolu kesişti. İyi ki ürettik, iyi ki üretimden çıkmadık. İki sandalye bir masaya dönseydik bugünlere gelemezdik. Üretim potansiyelini elimizde tuttuğumuz için güçlendik. Burası olmadı oraya sattık, ama sattık. Hala da üretiyoruz. Bu çok önemli bir misyon. Bir ülkenin varlığı için de çok önemli.

Ceket işine nasıl girdiniz?

M.Ç. Marks & Spencer beni aradı. Deri ceket satmak istediklerini söylediler. Dünyadan beş firmayla görüşmüşler. Türkiye’den sadece bizi seçmişler. Çalışmaya başladık, 1997’de 250 bin sterlin satış hacmimiz vardı. 2002’de 53 milyon sterline çıktık. Çok iyi işler yaptık. Marks & Spencer’ın tek üreticisi bizdik. Haftada 40 bin ceket yüklüyorduk. İzmir’deki bütün imalatçılar bize çalışır hale gelmişti. Daha sonra ucuz ürüne girmek istediler fakat biz kabul etmedik. Marks & Spencer’ın dışında başka İngiliz markalarına da üretim yaptık. İngiltere’de şirket kurduk. Şu anda İtalya, Almanya ve Bulgaristan’da da şirketimiz var.

Bundan sonraki planlarınız nelerdir?

BURAK ÇELET İtalya’da bir üretim tesisi satın almak istiyoruz. Bunu yapmak zorundayız. Dünyayla entegrasyonumuzun bozulmaması lazım. Türkiye artık ucuz bir ülke değil, katma değerli, kaliteli, yüksek fiyatlı ihracat yapmak zorunda. Desa çok uzun yıllardır üretimde ve halka açık olan sektöründeki tek firma. Böyle çalıştığınızda maliyetleriniz de doğal olarak yüksek oluyor. Bu yüzden pahalı mal üretmek dolayısıyla lüks segmente üretim yapmak zorundayız.

Fakat lüks segmentteki markalara baktığınız zaman çok büyük bölümü nerede üretildiklerine dikkat ederek üretim yapıyorlar. Bugün sektörün ihracat ortalaması kilogram başına 12 doların altındayken bizim ortalama- mız 140 euro’larda.

Bunun en büyük sebebi bu segmente hizmet verebiliyor olmamız. Made in Tur-key alan müşteri sayısı bu seg-mentte dünyada çok sınırlı. Eğer özellikle İtalya veya Fransa’da da üretim ya-parsak önümüz çok daha fazla açılacak. Türkiye bizim bütün yatırımlarımızın olduğu yer. Bu, Desa yatırımlarını Avrupa’ya kaydırıyor anlamına gelmiyor. Bizim zaten kökümüz burası. Ama kökün bir parçasının da orada olmasının büyük faydası var. Şu anda oralarda tesis arıyoruz, ortam da son derece uygun. Çok büyük bir tesis olması gerekmiyor, önemli olan orada bir know-how’ın olması. 30-40 kişinin çalışacağı bir tesisin olması yeterli. Bir de marka arıyoruz. İlla ikisinin bir yerde olmasına da gerek yok.

Kendi markanızla yaptığınız ihracat ne düzeyde?

B.Ç Bizim iki şapkamız var. Hem birçok markaya üretim yapıyoruz, hem de kendi markamızla ihracatımız var. Dünyada 180 noktada müşterimiz var. Bunların neredeyse 100’ü İtalya’da. Bunun dışında Güney Kore’den Japonya’ya kadar birçok ülkede ürün satıyoruz. Nihai hedefimiz bunu büyütmek.

Öte yandan asıl ciro yükünü çeken ihracat kanalımız. Bizim buradaki müşteri sayısını artırabilmemiz için en önemli imkan İtalya veya Fransa’da bir ayağımızın olması; o kanaldaki müşteri sayımızı hızlı bir şekilde artırabiliriz. Orada başlayan üretim daha sonra buraya da sirayet edecektir. Müşterinin ayağını alıştırmak, içeriye sokmak lazım. Bir yandan da Desa’nın markalı satışını artırmak istiyoruz ama yurtdışından bir marka daha alınırsa bu süreç çok daha hızlı olabilir.

Türkiye’de yeni bir tesis kurma planınız var mı?

B.Ç Son birkaç yıldır Samsonite ile birlikte or- tak bir üretim tesisi kurma yönünde çalışmalarımız var. Bunun için de yer bakıyoruz. Pandemi dönemi en çok seyahat sektörünü vurdu. Dolayısıyla seyahat ürünü üreticisi olan Samsonite bundan çok etkilendi. Bu dönem fırsatlar dönemi. Fırsat eninde sonunda çıkacaktır.

Birçok perakendeci firma konkordato ilan etti. Siz bu durumdan etkilendiniz mi?

M.Ç. Bizde yumurtaların hepsi aynı sepette değildi. Biz global bir firmayız. Hiçbir zaman işi tek tarafa kanalize etmedik. Hep ihracatçı kaldık. Bir de bu iş özkaynak meselesi. Desa yere hep sağlam bastı. Yaptığımız bütün yatırımları her türlü riski hedge ederek yaptığımız için bu süreçten olumsuz etkilenmedik, hatta kuvvetlenerek çıktık. Konkordato isteyen firmalara baktığımda yaşadıkları sorunun çok hızlı büyümenin getirdiği bir takım borçlanmalardan kaynaklandığını görüyorum. Satış mikta-ı rina odaklandılar, karlılıklarını göz ardı ederek nakde dönme ı ihtiyacı hissettiler. Burada en çok üzüldüğüm şey küçük üretici çok mağdur oldu. Milyarlarca lira alacağı kaldı. Bunların gücü olmadığı için bizim verdiğimiz siparişlerde de sıkıntı yaşadılar. Bir şekilde kendi bünyemizde finanse etmeye çalışıyoruz. Tabanı alıyoruz, derisini veriyoruz. Bu şekilde onları ayağa kaldırmaya çalışıyoruz.

Perakendecinin AVM’lerle yaşadığı sorun nasıl çözülür?

M.Ç. Perakende sektörünün geleceğiyle ilgili kaygılarım var. Bu sektörde 600 binden fazla istihdam var. Bu insanlar işini kaybetmekle karşı karşıya. Oluşturulan bu kadar marka yok olma tehlikesi yaşıyor. Eğer bilinçli bir şekilde yatırımcıyla kiracı el ele vermezse bunu kimse sürdüremez. Azalan talebin olduğu dönemi AVM’lerin ve markaların birlikte geçirmesi gerekiyor. Pandemi döneminde imzalanmış olan sözleşmelerin sıkıntısını yaşıyoruz. AVM zincirleri daha önce yapmış oldukları AVM’leri teminat göstererek yeni AVM yatırımlarına girdiler. Döviz bazında borçlanarak büyüdüler. Markalar da tüketim iyi gidiyor diye sözleşmeleri ince eleyip sık dokumadan imzaladılar. Fakat bugün AVM’ler borçlarını ödemede sorun yaşıyor. Perakendeci de satış yapamıyor. En iyi AVM’nin bile ayak trafiği en az yüzde 50 düştü. Bir dönemin en revaçta olan AVM’leri şu anda en çok zorlananlar oldu. Bunun çözümü çok kolay. Piyasa düzenleyici kurumun ortaya çıkıp, “Ben AVM’lerin bankalara olan borçlarını bir yıl erteliyorum” demesi lazım. Dönüp AVM’ye de “Sen bir yıl boyunca perakendeciden ciro kirası dışında veya genel gider dışında bir şey almayacaksın” demeli. Perakendeciye de “Sen de bir yıl boyunca hiç zam yapmayacaksın” diyecek. Böyle olursa ekonomi canlanır.

ÖZBEY MEN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu