Bilim - Teknoloji - İnovasyon

Kuantum Işınlama Deneyleri

SANAL GERÇEKLİK

Her ne kadar Rus işadamı Dmitry Itskov 2045 yılında zihnini bilgisayara yükleyip sanal gerçeklikte ölümsüzlüğü yakalamak istese de belirsizlik ilkesi bunu zorlaştırıyor. Itskov’un zihninin sınırları bilinmediği için tek çare işadamının beynindeki tüm sinir hücresi bağlantılarını birebir kopyalamak ve bu da atom ölçeğinde veri tarama gerektiriyor. Ancak NASA’nın başka bir planı var: Telepatik internetle sanal gerçekliği birleştirerek insanların zihinlerini Mars’taki araştırma robotlarına ve uzay sondalarına kopyalamak ve insanların Güneş Sistemindeki diğer gezegenleri robotların gözünden görmesini sağlamak. Telepatik internetle sanal gerçeklik birleşirse Matrix filmi bir anlamda gerçek olacak ve insan operatörler, Mars’ı bizzat kızıl gezegende yürüyormuş gibi birebir araştırabilecekler.

NASÂnın bu teknolojiye odaklanmasının nedeni ise grafik ve mekanik kullanıcı arayü-zünden kaynaklanan zorlukları aşarak insan hatasını en aza indirgemek. Sonuç olarak ileride insan gibi düşünen robotlar geliştirmek mümkün olabilir ama insanlık o aşamaya gelinceye kadar sanal gerçeklik ve telepatik internet, Güneş Sisteminin uzaya insan göndermeden keşfedilmesini kolaylaştırabilir. Bu konudaki en büyük avantaj insan zihninin kendini vücut dışına yansıtma, yani zihinsel projeksiyon kabiliyetine sahip olması. İnsanların uykuda rüya görmesi bir yana, online video oyunlarına kendini kaptıran oyuncular var. Video oyunu oynayan bir insan kendini oyundaki dijital avatarm yerine koyuyor ve dünyayı onun gözünden görüyor. NASA sadece bu psikolojiyi gerçek hayatta kullanmak istiyor.

NASA bu özelliği İnsanlar Tarafından Yönetilen Uzaktan Kumandalı Robot Teknolojisi ile Güneş Sisteminin Keşfi projesinde kullanmayı planlıyor. Bugüne kadar insan operatörler, robotları ve insansız hava araçlarını joystikle kontrol ediyordu. Ancak, pek yakında Oculus Rift tarzı sanal gerçeklik vizörleri ve nihayet telepatik internet üzerinden düşünce komutlarıyla kontrol etmeye başlayacak. NASA bu sistemleri Mars gezegenin keşfinde ve asteroitlerden maden çıkarmakta kullanacak. NASA uzmanları oto pilot teknolojisinin de bir sınırı olduğunu, asteroitlerden maden çıkaracak robotları dünyadan gönderilen telepatik komutlarla yönetmenin daha kullanışlı olacağını söylüyor.

DNA FAKS MAKİNESİ

Biyoteknoloji uzmanı J. Craig Venter, kuantum ışınlamanın önündeki engellerin kalkması durumunda DNA faks makinelerinin gerçek olacağı kanısında. Ancak, bunun için iki ayrı teknolojinin geliştirilmesi gerekiyor: Hızlı klonlama ve insan zihninin kuantum ışınlama ile klonların beynine kopyalanması. Fizikçi Michio Kaku’nun Zihnin Geleceği kitabında anlattığı gibi ABD Başkanı Obama, insan beynindeki sinir ağlarının haritasını çıkartmayı amaçlayan yeni bir projeye start verdi. Beyin İnisiyatifi İnsan Sinir Bağlantı Haritası Projesi adındaki bu girişim, aslında Uzay Yolundaki insan ışınlama teknolojisinin de ilk adımını oluşturuyor. Çünkü bir insanı ışınlamak için önce insan zihnini başarıyla kopyalamak gerekiyor. Yoksa Dünya’da ortaya çıkan Kaptan Kirk’ün beyin ölümü gerçekleşebilir ve Atılganın kaptanı bitkisel hayata girebilir.

Bu konudaki asıl tartışma insan benliğinin beynin hangi düzeyinde gerçekleştiği konusunda yoğunlaşıyor. Kurz-weil gibi araştırmacılar insan bilincini çatı kavram olarak görüyor ve beynin alın lobundaki beyin kabuğunun insanı insan yapan bölge olduğunu düşünüyor. Ancak nörobiyoloji alanındaki son araştırmalar bunun tersini gösteriyor. İnsan beyninin kütlesinin büyük kısmı gri madde olarak adlandırılan gliya hücrelerinden oluşuyor. Gliya hücrelerinin beynin işleyişini kontrol etmesi ve beyin kabuğundaki sinir ağlarını yapılandırması durumu zorlaştırıyor. Gliya hücrelerini detaylı bir taramayla hesaba katmak, insan zihnini atom ölçeğinde çözünürlüğe sahip bir kuantum bilgisayar olmadan kopyalamaya çalışmanın sanılandan zor olabileceğine işaret ediyor. Ancak bu sorunun çözülmesi halinde Güneş Sistemini keşfetmek için insan klonlamak da kolaylaşacak:

“Marsa roketle insan DNAsı ve bir klonlama laboratuarı gönderdiğinizi düşünün” diyor Venter. “Böylece siz Mars’a gitmeseniz de genetik kopyanız, yani klonunuz Mars’ta yaşayabilir” (2009 tarihli İngiliz bilimkurgu filmi ‘Ay’da bu senaryo ele alınıyor. Aradaki tek fark, hikayenin Mars yerine Ay’da geçmesi). Öte yandan, bu tür bir senaryo kişinin klonlarının yaratılması açısından etik ve yasal sorunlara yol açıyor. Nitekim bu sorunları inceleyen bir senaryo Uzay Yolu Gelecek Kuşak dizisinde ele alındı. Dizinin bir bölümünde, Atılgan D’nin ikinci kaptanı William Riker gençliğinde bir ışınlama kazası geçirdiğini öğreniyordu. Işınlama makinesi Riker’ın yanlışlıkla bir kopyasını çıkarmış ve bu kopyanın verisini yıllarca sistemde saklamıştı. Orijinal Riker’ın makineden kurtardığı Thomas Riker adlı kopya tekrar Yıldız Filosuna katıldı, Riker’ın eski sevgilisi Deanna Troi’a aşık oldu ve sonunda Yıldız Filosuyla çatışan isyancılara katıldı.

IŞINLAMA VE BENLİK SORUNU

Günümüzdeki bilimsel gelişmelerden yola çıkan insanlar kendini bir atom bulutu, benzersiz bir sinir ağları koleksiyonu, DNA dizisi, organik robot veya bir Büyük Veri yığını olarak görebilir. Ancak kuantum fiziğinin hem ışınlamaya izin veren hem de ışınlamayı sınırlandıran sıra dışı yasaları, bir yandan da enformasyonun Evren’de asla yok olmadığını gösteriyor. Bunun için insan ölmeden ve insan zihni dokuların çürümesiyle bozulmadan önce harekete geçmek gerekiyor. Kuantum ışınlama teknolojisi bir gün insan zihninin bilgisayarlara kopyalanmasına izin verirse insanoğlu en azından sanal dünyada ölümsüzlüğü yakalayabilir ve yakın yıldızları sanal gerçeklik yoluyla keşfedebilir.

KUANTUM IŞINLAMA YERİNE SOLUCAN DELİKLERİ Mİ?

Kuantum ışınlamanın test ortamından çıkıp yaygınlaşması için iki parçacık arasında dolanıklık yoluyla kompleks veri aktarımı gerçekleştirmek gerekiyor. Bunun için de Çinli fizikçilerin yaptığı gibi bir parçacığın birden fazla kuantum özelliğini kardeş parçacığa aktarmak şart. Bilim insanları şimdilik bunu küçük bir parçacık grubunda başardılar ama bir molekülü ışınlama aşamasına gelmediler. Oysa moleküllerin ışınlanması ilk bakışta ışınlama ile ilgisi olmayan başka bir teknolojinin önünü açacak: 3B biyoyazıcıların ardılı olacağı düşünülen replikatörler, atomları ışınlama yoluyla bir araya getirip yeni moleküller oluşturuyor.

Uzay Yolu dizisinde kullanılan replikatörler, makinenin içindeki stok moleküllerden yararlanarak istenilen cismi ışınlama yoluyla yaratıyor. Örneğin Kaptan Picard otomattan sıcak bergamotlu çay istediği zaman, çalışma odasındaki replikatör deposundaki hazır molekülleri ışınlama yoluyla bir araya getiriyor ve bir bardak çayı deyim yerindeyse havadan yaratıyor. Uzay Yolu yazarlarının insan ışınlama teknolojisi ile replikatörler arasındaki ilişkiyi görmüş olmasını takdir etmek gerek.

Dolanıklık

Kuantum fiziğinde bazı atomaltı parçacıklar eşleşmiş kuantum durumlarında bulunuyor ve bu “durum” da kuantum fiziğinde dolanıklık olarak adlandırılıyor. Örneğin birbiriyle dolaşık olan iki elektrondan birinin spin yukarı durumda olması, diğerinin spin aşağı durumda olması anlamına geliyor. Dolanıklık parçacıklardan birinin durumu değiştiğinde diğerinin durumu da buna göre değişiyor. Einstein bu olayı garip uzaktan etki olarak adlandırmıştı.

Ancak kuantum fiziğinin klasik yorumlarına göre dolanıklıkta uzaktan etki söz konusu değil. Öte yandan fizikçi Leonard Susskind, kara delik enformasyon paradoksunu çözmek üzere dolaşıklığı mikroskobik solucandelikleriyle açıklayan bir teori geliştirdi. Bu durumda dolaşık parçacıklar aslında solucandelikleriyle uzay ve zamanda birbirine bağlanıyor. Böylece görelilik teorisini ve ışık hızı sınırını ihlal etmeden birbirini etkileyebiliyor.

Bu tür bir model Uzay Yolundaki ışınlama teknolojisi yerine, Stargate dizilerindeki solucandelikleriyle seyahat teknolojisinin, yani ışınlama geçitlerinin önünü açabilir. Buna karşın, solucandelikleri teorik nesneler ve gerçekte var oldukları henüz kanıtlanmadı. Ayrıca dola-nıklık olgusu parçacıkları birbirine bağlayan mikroskobik solucandelikleriyle açıklandığında işler karışıyor. Çünkü solucandelikleri ışıktan hızlı iletişime izin veriyor (her ne kadar solucandeliği tünelinde ışık hızı aşılmasa da bu tünel Evrende ışıktan hızlı yolculuğa imkan tanıyor). Bu durumun kuantum dolaşıklığına nasıl uyarlanacağı ayrı bir merak konusu. Görelilik teorisi ile kuantum alan kuramını birleştirme yönündeki bu adım doğrulanırsa Einstein haklı olabilir ve dolaşıklığı bir tür uzaktan etki ile açıklamak söz konusu olabilir.

Önceki sayfa 1 2 3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu