Haberler

Cari açık verisi ve yapısal reform önerileri

Geçtiğimiz hafta açıklanan Ocak-Eylül dönemi ödemeler dengesi istatistikleri iş piyasasına yönelik değişiklik önerilerinin gündemde tartışıldığı bir döneme denk geldi. Beklenenden yüksek gelen Eylül ayı cari açık verisi, yapısal reform önerilerini çağrıştırırken iş piyasası sorunları da bu kapsamda tartışılması gereken en önemli konulardan biri olarak öne çıkıyor.

Eylül ayı cari açığı 3.1 milyar dolar olarak gerçekleşince 12 aylık cari açık 59.1 milyar dolar seviyesine çıkmış oldu. Bir önceki yılın aynı döneminde 54.2 milyar dolar olan cari açık rakamı böylece düşük ekonomik büyüme döneminde yüzde 9 oranında bir artış göstererek yapısal sorunları bir kez daha gündeme getirdi.

zayif halka

Türkiye’nin önemli ölçüde enerji ithalatçısı konumunda olması ithalatın talep esnekliğini sınırlayan bir olgu. Kurlardaki yükselişin toplam ithalat değeri üzerindeki etkisi sınırlı kalmaya mahkum.

Bu durumda enerji dışı cari dengenin üzerinde daha hassasiyetle eğilmekte fayda var. Yapısal değişim enerji dışı cari dengeyi pozitif yani cari fazlaya dönüştürmek üzerine kurulabilir. Böyle bir değişim için faktör verimliliği özellikle de işgücü piyasaları ve emeğin verimliliği öne çıkıyor.

İşgücü piyasaları üzerinde yapılmış bütün çalışmalarda Türkiye’de işgücü verimliliğinin düşük olduğu, nüfusun işgücüne katılım oranının OECD ülkeleri arasında en düşük olduğu dahası kişi başına çalışma saatleri açısından bakıldığında da Türkiye’de bir işçinin çalışma saatinin gene OECD ülkeleri arasına en az olduğu öne çıkan bulgular.

Tabii ki işsizlik yönünden bakıldığında işsizlik rakamının birçok gelişmiş ülke statüsünde olan Avrupa ülkesinden düşük olduğunu görüp seviniyoruz ama ülkelerin işgücü piyasalarını karşılaştırmada istihdamın nüfusa olan oranına pek fazla da bakmıyoruz.

Dünya Bankası’nın yayınladığı rapora göre Türkiye’de çalışabilir yani 15 ile 64 yaş arasındaki nüfusun yarısından fazlası işsiz durumda.

Bu tablodaki cinsiyet ayırımı ise çok daha üzüntü verici; zira aynı yaş grubundaki kadınların sadece yüzde 30’dan daha az bir kısmı istihdam edilmiş ve bu tabii ki OECD ülkeleri arasındaki en düşük oran.

İstihdam oranı her sene yüksek miktarda iş yaratılmasına rağmen 1990 yılına göre daha düşük bir seviyede. Gençler için ise durum daha da üzücü, zira 15-24 yaş arasında hiçbir aktivi-tesi olamayan yani ne işe ne de okula gidenlerin -ki bunun çoğunluğu kadınlar olmak üzere-oranı yüzde 35 ve bu da gene OECD ülkeleri arasında en yüksek faaliyeti olmayan genç nüfûs oranı.

İşgücü piyasasında işgücü verimliliğini sağlayacak yapısal değişim için politika üretildikçe sağlanacak fayda çok büyük olacaktır.

Daha fazla işgücü ve daha verimli işgücü tabii ki daha fazla ekonomik büyüme ve daha fazla zenginlik demek. Türkiye’nin demografik avantajlarını kullanabilmesi için özellikle kadın işgücünden daha fazla yararlanması şart.

Dünya Bankası raporu, kadın istihdamındaki yüzde 6 oranında artışın milli geliri yüzde 7 arttıracağını fakirliği ise yüzde 15 düşüreceğini belirtiyor.

Bilindiği gibi cari açık kendi tasarruflarımızın yeterli olmadığı, bu nedenle başka ülkelerin tasarruflarını borçlanarak tükettiğimiz bir durum olarak düşünülebilir.

Gelir arttıkça tasarruflar artacağına göre öncelik geliri arttırmak olarak ortaya çıkıyor. Kadın istihdamının ne kadar düşük olduğu göz önüne alındığında bu konuda alınacak önlemlerle kadın istihdamının arttırılmasının sağlayacağı gelir artışının ne kadar yüksek olacağını görmemek mümkün mü?

Türkiye orta gelir tuzağına düşmemek ve bir an önce daha üst gelir grubuna çıkabilmek için kadın istihdamını arttırmaya birinci önceliği vermelidir.

Dr. A. Botan Berker

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu