Bilim - Teknoloji - İnovasyon

Uzayda yaşam neye benziyor?

Uzaydaki başka gezegenlerde yaşam

Çizgi romanların ve filmlerin hayal gücü geniş senaristleri ve efekt sanatçıları bizi uzaydaki başka gezegenlerde yaşaması olası canlılar konusunda büyük bir başarıyla şartladı yıllar boyunca. Acaba ötegezegenlerde ya da Güneş Sistemi içindeki uydularda bizi nasıl bir yaşam bekliyor olabilir?

Uzayda başka gök cisimleri, başka güneşler etrafında dönen başka gezegenler keşfettikçe, gezegenler hakkındaki bilgimiz arttıkça, yaşanabilir umuduyla Satürn ve Jüpiter’in uyduları üzerinde yaşam planları yaptıkça yabancı yaşam ile karşılaşma ihtimalimiz artıyor. Peki Dünya dışı canlılarla karşılaştığımızda bunu farkedebilecek miyiz?

İçinde yaşadığımız evren hayli acımasız bir ortam. Yapılan son astronomi keşifleri, sadece kendi galaksimizde bile milyarlarca Dünya benzeri gezegen olduğunu gösteriyor ve bizim galaksimiz de evrendeki milyarlarca galaksiden sadece biri. Harvard Üniversitesi astronomi profesörlerinde David Charbonneau, “En iyi tahminlerimize göre her dört yıldızdan birinde bizimkine benzer sıcaklık ve boyutta en az bir gezegen var. Bu, oldukça yüksek bir olasılık” diyor. Birçok bilim insanı da bu gezegenlerden en az birinde yaşam olduğunu düşünüyor. NASA’nm Ames Araştırma Merkezinden gezegenbilim uzmanı Dr. Chris McKay, “yaşamın iki basit gerçek üzerine kurulu olduğunu varsayabiliriz” diyor. Birincisi; yaşamın kimyasal unsurları (yani azot, hidrojen ve oksijen), tıpkı Dünyadaki yaşamın iki temel bileşeni olan sıvı su ve organik karbon gibi, evrende bol miktarda bulunuyor. İkincisi; gezegenimizin oluşumundan hemen sonra bile Dünya üzerinde yaşam vardı. Yani koşullar elverdiğinde yaşam hızla ve rahatça yayılabiliyor. “Yaşamın kaynağı yaygın olarak bulunuyorsa, akıllı yaşam da yaygın olarak bulunabilir” diyor McKay; yani tek hücreli mikroplardan çok daha fazlasıyla karşılaşmayı bekleyebiliriz: “Bunu bilmenin en iyi yolu da gidip bakmak”. Bazı bilim insanları ve girişimciler de uzak yıldızlara kısa sürede ulaşmanın yollarını aramaya başladılar bile. Örneğin 2016’da kurucuları arasında Stephen Havvking, Mark Zuckerberg ve Rusya’nın teknoloji girişimcilerinden Yuri Milner’ın da bulunduğu Starshot projesine göre, “SpaceChip” adını verdikleri nano boyutta uzay araçlarını Dünyada yerleşik yoğun bir lazer sistemi ile uzayda yönlendirmek mümkün. Bu proje işe yararsa, bize en yakın yıldız sistemi olan A.Centauri’ye varış süresini ıoo bin yıldan 20 yıla indirmek mümkün olacak. Projenin ilk tasarımları 2018 Mayıs ayında test edilmeye başlandı. Eşzamanlı olarak, diğer yıldızların gezegenlerinde (ötegezegenlerde) atmosfer yapısını ve olası yaşam belirtilerini incelemek için NASA da iki program başlattı. TESS görevi, başladığından bu yana Dünyaya önemli veriler gönderdi. Diğer program olan James Webb Uzay Teleskobu ise 2021 yılında ESO’nun Fransız Guyanasındaki platformundan fırlatılacak.

DİĞER DÜNYALAR NEYE BENZİYOR?

Bilim tarihinin en tanınmış simaları, orada ne bulacağımıza dair fikirler geliştirdiler. Onların vardıkları sonuçlar, Natural History Of An Alien (Bir Uzaylının Doğal Tarihi, 1998) ve Alien Planet (Yabancı Gezegen, 2005) gibi belgesellere konu oldu. Sadece bu iki film bile birçok insanın diğer gezegenlerde yaşamın bizimkinden ne kadar farklı olabileceğini düşünmesini sağladı.

Bazı bilim insanları diğer gezegenlerde var olabilecek yaşam ve bizimki arasındaki farkı değil, aynı zamanda o yaşamları oluşturan kimyasalların neler olabileceğini de düşünmeye başladılar. Yeşil derili, koca gözlü yaratık tasvirleri yavaş yavaş demode oldu. Evrim biyologları, biyomekanik uzmanları ve astrobiyologlar, artık gezegenbilim ve jeolojinin mantık sınırlarını aşmayan, daha gerçekçi, daha inandırıcı, yaşanabilir dünyalar tasarlamaya başladılar. Yine de hala birçok bilim insanı, yabancı gezegenlerde yaşamın neye benzeyebileceğine dair şu anda sahip olduğumuz tahminlerin bile, 20 yıl kadar önce çekilmiş filmlerdekinden çok daha iyi olmadığını düşünüyor. Fakat o günlerden bu yana sayısız bilimsel keşif yapıldı ve artık en azından çok daha geniş bir perspektifte düşünebiliyoruz.

Washington Üniversitesinden paleontolog Pof. Peter Ward, “Yine de evrendeki her gezegende fizik ve kimya kuralları aynı olacaktır… Fiziği alt etmenin çok fazla yolu yok” diyor. Ward’a göre Dünya benzeri bir gezegende, dış uzayda da olsa, fiziksel sınırlamalar buradakinden farklı olmayacak; dolayısıyla benzer bir yaşam tipi meydana gelecektir. “Çünkü görmek, duymak, yüzmek ya da uçmak gibi yetilere sahip olmanın çok fazla farklı yolu yok, ve doğal seçilim de verimsiz olanları, tıpkı bizim gezegenimizde yaptığı gibi, eleyecektir”.

Yani aslında kendi biyolojik anlayışımıza, ya da diğer gezegenlere dair sahip olduğumuz iklimsel ve jeolojik koşullara dayanarak yaptığımız tahminler de pekala anlamlı olabilir.

Bu anlamlı tahminleri yapan bilim insanlarının hedeften çok sapmış olduğunu söylemek doğru olmaz. Belki öngörüleri için biraz yavan diyebiliriz, zira evrim sayısız gezegende sayısız şekilde gerçekleşme potansiyeline sahip. Arizona State Üniversitesinden astrobiyolog Theresa Fisher, “Evren bizi çok değişik yollarla şaşırtıyor” diyor; “Gözlemlenen ortam tipleri çok çeşitli olmasına rağmen karşılaşılan şey yine de tamamen yabancı gelebilir”. Araştırmacılar, her tür yaşamın enerji gereksinimini karşılamanın bir yolunu bulması, avcı-av sisteminin meydana çıkmasına yol açacak bir rekabet ortamı oluşması gibi genel ekoloji prensiplerine göre gelişmesini bekliyorlar. Ancak bunun ötesinde yaşamın neye benzeyeceği konusunda kimsenin fikri diğerinden daha doğru değil. Fisher’e bakılırsa, “karşılaşacağımız yaşamın Dünya’da gördüğümüze benzeyeceğini düşünmek için bir sebep yok”.

DAHA BÜYÜK TUHAFLIKLAR

Kısacası, Dünya dışı yaşamın tanıdık geleceğini söylemek çok da doğru değil. Dünya üzerinde bile yaşam, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, diğerlerinden belirgin farkları olan, hatta bazen benzersiz yaşam formlarına da yol açabiliyor. Mesela dinozorların soyu tükendiğinde ardından gelen türler onlara çok benzemiyordu. Ya da; Yeni Zelanda’nın bitki örtüsü ve karada neredeyse hiç memeli yaşamıyor olması ile Serengeti düzlüklerinin filleri ve zürafaları veya Madagaskar’ın lemurları arasında ilk bakışta fark edilecek bir akrabalık da sözkonusu değil.

Dünyadaki bu benzersiz yaşam formlarını görmek için deniz atlarına bakmamız yeterli. Pennsylvania Üniversitesi paleontologlarından Dr. Lauren Sallan, bu hayvanın diğer balıklarla aynı temel bileşenleri paylaşmasına rağmen eşsiz bir şekli olduğunu hatırlatıyor, ve bu şekle sahip olmak için evrim sürecinde çok farklı bir yoldan gitmiş olması gerektiğini düşünüyor. “Bazen, sadece bir kez gerçekleşmiş çok tuhaf şeylerle karşılaşabilirsiniz” diyor Sullan. “Bu şimdi de olabilir, geçmişte de”.

Dünya benzeri bir gezegende çok daha büyük tuhaflıklarla karşılaşabiliriz. Hatta bunları “yaşam” olarak algılayamayabiliriz. Hawaii Üniversitesi astronomlarından Casey Brinkman’a göre, mevcut çalışmalarda “bizim yaşam olarak tanımladığımız” şeyleri arıyoruz. Tuhaflıktan söz ediyorsak, herşey mümkün. Dr. Lauren Sallan bu fikre katılıyor. Her yaşam formu enerji elde etmek zorunda; ancak bunu yapma yöntemlerini tahmin etmek güç: “Benzer ekolojik rolleri yerine getirecekleri kesin; ancak birçok çalışma yapmadan bizim bunu farkedebileceğimizi sanmıyorum.”

Bu yüzden astronomlar araştırmalarına başlarken, Dünyadan tanıdığımız, oksijen gibi maddelerin izlerine yoğunlaşıyorlar. Ayrıca sıvı su bulunması olası, Dünya’dakine benzer kayaç gezegenlere öncelik veriyorlar.

Charbonneau, bildiğimiz sorudan başlamanın daha doğru olduğunu düşünüyor: “Dünya’dakinden çok farklı bir yaşam olması mümkün ancak verilerimize bakarak bunu farkedemeyiz çünkü oraya ait kimyayı da henüz bilmiyoruz ve anlamıyoruz”.

KÜTLE ÇEKİMİ – BİYOLOJİ İLİŞKİSİ

Diğer gezegen ve aylarda, yaşamın evrimini etkileyen kimyasal olaylardan bağımsız olarak, değişik koşullar da hüküm sürüyor; örneğin kütle çekimi. Daha büyük, daha yüksek yoğunluğa sahip bir gezegende kütle çekimi de daha fazla olacaktır; dolayısıyla buradaki yaşamın nispeten daha kısa, güçlü, hatta belki daha fazla sayıda kol ve bacaklı canlıların oluşumuna neden olacağını bekleyebiliriz. Tersi durumda, daha düşük yerçekimine sahip bir gezegende ise zıplayan, havada daha rahat süzülen, daha uzun ve hafif canlılar beklemek yanlış olmaz.

Atmosferin yoğunluğu ve nelerden oluştuğu da, gökyüzündeki nüfusu etkileyecektir: Daha yoğun bir hava, gökyüzünü bir okyanus gibi kullanan, havada ağır ağır yüzen canlı türleri oluşturacağı gibi, oksijen bakımından zengin bir atmosferde daha enerjik, daha hareketli canlılar beklemek gerekir.

Tabii mevsimler de değişik olabilir. Birçok gezegen, Dünyanın 365,25 günlük yılından daha kısa bir yörünge süresine sahip. Bu nedenle mevsimsel değişimler birkaç hafta, hatta birkaç gün bile sürebiliyor. Hatta bazıları daha eliptik bir yörüngeye sahip olduklarından aşırı derecede sıcak yazları uzun, dondurucu kışlar takip ediyor.

Bir gezegenin kaç yıldız etrafında döndüğü ve yörüngesinin ne kadar dar olduğu, o gezegenin ne kadar güneş enerjisi ve radyasyon alacağını da belirler; dolayısıyla burada canlıların yaşamak için ışık sayesinde fotosenteze mi, yoksa kimyasal reaksiyonlardan oluşan enerjileri kullanmak için kemosenteze mi başvurduğunu tahmin edebiliriz.

“Yıldızların büyük çoğunluğu kızıl cücelerdir”, diyor Charbonneau, “bunlar bizim güneşimizden daha az enerjiye sahip, ancak daha uzun ömürlüdür… Bu sayede yaşamın evrimleşmesi için daha uzun süre dayanırlar”. Ancak evrimlerinin ilk safhalarında bu yıldızlar, yaşam ve atmosfer için zararlı olabilecek, hatta onları yok edebilecek kadar büyük miktarda radyasyon yararlar”. Yukarıda bahsettiğimiz Alien Planet belgeselinde de böylesi bir güneşin yörüngesinde dönen bir gezegende, kendilerini güneş patlamalarından korumak için kapanıp açılan bitkiye benzer canlılar ve kafalarının üzerinde yer alan üçüncü bir göz ile yüksek radyasyon tehlikesine karşı kendilerini korumaya çalışan ^dinozor büyüklüğünde yaratıklar tasvir ediliyor. ‘ABD’nin SETİ Enstitüsünden astronom Dr. Seth Shostak gibi birçok bilim insanı, önümüzdeki 20 yıl içinde Dünyaya daha yakın yerlerde, büyük olasılıkla Satürn ve Jüpiter’in Enceladus veya Europa gibi buzla kaplı uydularında, hatta belki de Mars’ın kumları altında yaşam bulunacağından çok emin, ve bunun mikrobik bir tür olacağını düşünüyor.

NASA, 2023 veya 2024’te Europa’ya bir görev planlıyor Ve Enceladus üzderinde yaşam belirtilerini araştıracak özel bir girişim mevcut. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) ise Jüpiter’e ve 3 uydusuna (Ganymede, Callisto, Europa) 2022 tarihli bir görev planlıyor. Bu aylarda, buzlaşmış kabuğun altında sıvı su okyanusları olduğuna dair güçlü kanıtlar var. Kendi okyanuslarımızın diplerindeki zorlu koşullarda yaşamını devam ettiren sıradışı canlılar olduğu düşünülürse, bu uydularda yaşam olacağı yönünde umutlar da mevcut.

Yazının başında bahsettiğimiz belgesellerden birinde, Europa üzerinde birbiri üzerine yığılmış milyonlarca bakterinin, derin deniz menfezlerinin çevresinde birer baca oluşturarak üflenen ısı ve besinlerle yaşadığı bir ekosistem hayal edilmişti. Hortumlu, balık benzeri otobur bir hayvan türü, kendi besinini bu bakteri tüplerini emerek sağlıyor ve kendisi de köpekbalığına benzer canlılar tarafından avlanıyordu.

Sasselov bunun prensipte mümkün olabileceğini düşünüyor ama karanlık okyanuslarda daha az enerji olduğu için karmaşık yapıda canlıların çok daha küçük olması gerektiğini hatırlatıyor. “Dünya’da bugün yaşayan ve yakın geçmişte yaşamış karmaşık yapıdaki tüm canlıları alıp hepsini küçültmek lazım” diyor: “Aynı davranış, aynı karmaşık yapı 100 kat daha küçük bir ölçekte aynı olabilir mi? Tabii ki olur. 5 cm boyunda bir köpekbalığının nesi yanlış?”

Ancak herkes aynı fikirde değil. NASA’nm Ames Araştırma Merkezinden Dr. Yael Kisel, “Güneş Sisteminde yaşam varsa muhtemelen mikrobiktir” diyor. Bilim insanları (özellikle Dünya tarihinde yaşamın büyük kısmının da mikrobik olduğu düşünülürse), evrendeki yaşamın genel olarak mikrobik olduğu fikrini paylaşıyorlar. “Tipik bir uzaylı neye mi benzer? Ufak, yuvarlak, mikroskop altında bakabileceğimiz bir kütle olacaktır” diyor Dr. Seth Shostak.

Fakat bu, o canlının karmaşık bir yapıya, hatta zekaya veya farkmdalığa sahip olmayacağı anlamına gelmez. Akıllı yaşam görsel olarak bize benzemek zorunda da değildir. Bir hayvanat bahçesine gittiğinizde gördüğünüz çoğu hayvan sizinle yakın akrabadır; ancak neredeyse hiçbiri size benzemez. Shostak’a göre 250 milyon yıl önce yaşamış bir eklembacaklıya da sorsanız, bir uzaylının tarifini muhtemelen kendi görüntüsü üzerinden yapacaktı. Aslında gelişmiş ve zeki yaşam, makine tabanlı da olabilir. Shostak, evrendeki en zeki yaşamın yumuşak yumrularda olmadığını savunuyor: “Evrendeki gerçekten zeki şeyler makineler olacak”. Bu son derece zeki ve otonom (kendi isteği ile hareket eden) yapay zeka, evrende her türlü biyolojik yaşamdan daha hızlı gezinip yerel koşullara daha çabuk adapte olacaktır.

Durum ne olursa olsun; birçok bilim insanına göre ötegezegenlerde yaşam var; istatistiksel olarak bu neredeyse kesin. Aramaya devam etmemiz gerekiyor; çünkü onu bulduğumuz anda insanlığın keşfettiği en önemli şey olacak.

UZAYLILAR NEYE BENZEYEBİLİR?

Bilim insanları diğer gezegen ve uydularda yaşayan canlıların tiplerini, o gezegenler hakkındaki bilgilerine ve evrimsel / biyomekanik koşullara göre tahmin ediyorlar. İşte bazı ilginç örnekler:

YÜRÜYEN BİTKİLER

Başka gezegenlerde bitki ve hayvan ayrımı çok kesin olmayabilir; kalbi atan, ya da ışık veya su için yer değiştirebilmek amacıyla yürüme yetisi kazanmış ağaçlarla karşılaşabiliriz. Diğer taraftan fotosentezle yaşayan ve tehdit edilmedikçe yerini değiştirmeyen hayvanlar olması da mümkün. Dinozor büyüklüğünde, sırtında fotosentez yapan bitkiler bulunan ve besinini doğrudan topraktan almak için yayvan bir şekle dönüşmüş bir yaratıkla da karşılaşabiliriz.

MEGA YARATIKLAR

İşbirliği her yerde fayda sağlar. Sayısız amip bir araya gelerek denizanası benzeri dev bir yapı halinde dolaşabilir; karides boyutunda binlerce etobur kenetlenerek önüne çıkan herşeyi yutan dev bir canavara dönüşebilir; veya tepede su biriktirmek için birbirine dolaşmış ağaçlardan oluşan tek bedenli bir orman da mümkün. Dünya üzerinde bu dev yapıların benzerleri zaten mevcut. Mesela dünyanın yaşayan en büyük organizmalarından biri, ABD’nin Utah eyaletindeki 43 hektarlık bir pando (titrek kavak) ormanı. Bu ağaçlar genetik olarak birbirinin aynı 47 bin gövdeye ve tek bir dev kök sistemine sahip.

UÇ NOKTADA DAYANIKLILIK

Bir hayvanın dayanıklılığı, kaslarına oksijen ulaştırma oranına bağlıdır. Dünya’da ahtapot gibi kafadanbacaklılarda oksijen, kanlarında bulunan bakırtabanlı bir molekül ile taşınır. Bu onları, demirtabanlı hemoglobin kullanan memelilerden ve kuşlardan daha “ağır kanlı” yapar. Bilim insanları, hayvanlan daha hareketli kılacak başka oksijen taşıyıcıları olabileceğini düşünüyorlar. Oksijeni bol olan gezegenlerde hiç dinlenmeden sürekli uçabilen hayvanlar olması mümkün.

UFACIK, KOR GEZEGENLER

Satürn ve Jüpiter’in ayları gibi çok güneş ışığı almayan soğuk gezegenlerde yaşamın nispeten daha sınırlı enerji kaynağı olan kemosentezle sürdürülmesi gerekir. Bu işlem organizmanın ne kadar karmaşık olacağını etkilemese de, daha ufak bir boyutta olmasını gerektirebilir. Dünya’daki yaşamın minyatür halini düşünün. Ayrıca Enceladus denizleri gibi hiç ışık almamış bölgelerde göz işlevi gören organlara hiç gerek yok. Canlılar çevrelerini bGşka yöntemlerle de algılayabilirler.

YÜZER DÜNYALAR

Atmosferi çok yoğun olan gezegenlerde hayvanlar ve bitkiler baş döndürücü yüksekliklere daha kolay ulaşabilir, havayı iterek yüzer gibi gezebilirler. Böylesi gezegenlerin sakinleri arasında yosun bulutları ile beslenen uçan balinalar, hidrojen veya metan dolu keselere sahip balonsu bitkiler, yükseklerde gezinen ahtapot benzeri yaratıklar, hatta, boyları Dünya’dakilerin 10 katına ulaşan ormanlar olabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu