Bilim - Teknoloji - İnovasyon

Çoklu İşlem Yeteneği

Bilişsel seviyede birden fazla görevi eşzamanlı üstlenebiliyor olmak, zeka ya da performansın değil, kendimizi ne kadar kandırdığımızın bir göstergesi. Araştırmacılar, çoklu işlem yeteneğinin sadece bir mit olduğunu söylüyor. Dahası, hem zihinsel hem de fiziksel sağlığımızı tehlikeye atıyor.

BİR ZAMANLAR, önemli bir işle meşgul olduğumuzda telefona cevap vermez, dikkatimizi dağıtmadan çalışmaya devam ederdik. Tabii hiç kimse birbirine her an ulaşmayı beklemediği için bu son derece normal bir davranış kalıbıydı. Şimdiyse, açıkça ifade edilmiyor ama aradığımız kişinin cevap vermiyor oluşunu sosyal normlara uymayan bir durum olarak değerlendiriyoruz. O an bizim için uygunsa, karşı taraf için uygun olup olmadığının hiçbir önemi yok. Bu beklenti öyle anlamsız bir standart yarattı ki önemli bir toplantıda olsanız bile telefona cevap verip durumunuzu kısa ve net bir şekilde özetleyerek, daha sonra arama sözü vermeniz gerek.

Çoklu İşlem Yeteneği

Diğer taraftan, zihnimiz her zamankinden daha meşgul. Çünkü kafamızı ne yöne çevirsek müthiş bir enformasyon yığınına denk geliyoruz. Bunların bazıları gerçekten ihtiyacımız olan bilgileri içeriyor. Ama büyük kısmı “bilmeseydik de olurdu” dediğimiz türden. Hepsini gözden geçirip ihtiyacımız olanı seçmek bile yorucu bir çaba. Bir de modern yaşama uyum sağlamanın gereği olarak üstlendiğimiz fazladan sorumluluklar var ki çoğu zaman 5 farklı kişinin işini tek başımıza yürütüyor oluyoruz. Dolayısıyla zamanı kandırmaya, aynı anda birkaç beceriyi eşzamanlı olarak gerçekleştirmeye mecbur kaldık.

Çoklu işlem yeteneği ya da bölünmüş dikkat olarak dilimize çevirebileceğimiz “multi-tasking”, aynı anda farklı bilişsel becerileri kullanarak, birden fazla görevi gerçekleştirmek olarak özetlenebilir. Örneğin; otomobil kullanırken telefonunuzun kulaklığını takıp bir yandan arkadaşınızla konuşabilir ve aynı anda bu iki durumdan bağımsız olarak gün içinde sunacağınız bir projeyi düşünüyor olabilirsiniz. Tam olarak bu senaryo olmasa bile benzeri durumları her gün, her birimiz defalarca yaşıyoruz. Bilişsel anlamda birbirinden bağımsız olan bu görevleri eşzamanlı ser gileyebildiğimiz için, bu terim uzun bir zaman boyunca zeka ve performansın net bir göstergesi gibi sunuldu. Hatta kurumsal şirketlerin çoğunda, bunu başaramıyor olmanın kabul edilemez bir eksiklikmiş gibi görüldüğünü biliyoruz. Oysa araştırma yöntemleri gelişip bilişsel fonksiyonlar derinlemesine incelendiğinde, çoklu işlem yeteneği dediğimiz şeyin sadece bir mit olduğu ortaya çıktı.

Günümüzde akıllı telefon, bilgisayar oyunları ve tabletlerle büyüyen nesiller, bölünmüş dikkat konusunda bizlerden daha yetenekliler. Çünkü başlıca konsept olarak ‘zamanın yetersizliğine’ odaklanan teknoloji devleri, işimizi kolaylaştıracak ürünler yaratıp dijital asistanlara kavuşmamızı sağladılar. Günümüz çocukları bu teknolojiyle büyüdüklerinden başka bir seçenekleri olmayacak. Dijital asistanlar, tek seferde birçok göreve odaklanma imkanı yaratarak çoklu işlem seçeneği sunmaktalar. Ancak araştırmalar gösteriyor ki; bu yeteneğimiz ne kadar gelişmişse, dikkat ve beceri performansımız o derece düşmekte.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü sinir-bilim uzmanlarından Earl Meyer, bölünmüş dikkat konusunda dünyanın önde gelen bilim insanlarından biri. “Beyinlerimiz çoklu işlem gerçekleştirmeye uygun değil. Bunu yaptığımızda aslında bir görevden diğerine hızlıca geçiyor ve her geçişte farkında olmadan büyük bedeller ödüyoruz” diyor. Aynı anda 3-4 topu havaya atıp kontrol edebilen usta bir jonglörle kıyaslanmak şöyle dursun, sadece 2 tanesini idare etmeye çalışan bir amatör bile değiliz. Peki, farkında bile olmadan yarattığımız bu zihinsel telaş içinde, bir görevden diğerine çılgın gibi geçiş yapmanın bilişsel bedeli ne olabilir? Cevap basit: Dikkatimizi, bunlardan sadece birine verebilecek durumda olduğumuzdan, o anki konuya odaklanıyor ve diğerleri için hiç dinmeyen bir endişe yaratıyoruz. Ama bu sadece başlangıç.

Aynı anda birden fazla görev üstlendiğimizde, stres hormonu olan kortizol ve “kaç ya da savaş” diyen adrenalin üretiminde muazzam bir artış oluyor. Ayrıca beynimiz aşırı uyarılarak zihinsel bir sis perdesi altında işlem yapmaya zorlanıyor. Tabii bir de beynin ödül beklentisiyle ilişkili dopamin hormonu için bağımlılık yaratıyor olduğumuz gerçeği var. Ve beynimiz bir an önce rahatlamak adına, göreve odaklanmaya son verip yeni uyarıcılar aramak için teşvik edecek şekilde dopamin üretmeye başlıyor. Daha da kötüsü, beynin ödül arama merkezi olan alın korteksi, tüm yeniliklere karşı büyük bir heves duymakta. Bu nedenle dikkatimizi yeni bir dış uyarana doğru çekmek için çalışıp duruyor. Örneğin; üzerine güneş ışığı düşünce aniden parlayan bir nesne, o an gerçekleştirdiğimiz zihinsel süreci tamamen sonlandırabilecek kadar güçlü bir uyaran olabilir. Bu oldukça büyük bir ironi yaratıyor. Çünkü çoklu işlem yeteneği sergilerken beynin bu birimine geçiş yapmış oluyoruz. Alın korteksi, ödül olarak morfin benzeri bir etki gösteren opioid üretiyor. Bu üretim basit bir göreve odaklanmamızı bile imkansız hale getirebilir. Özetle, zihinsel süreçte başarıyla sonlandırılmış görevler için almamız gereken ödülleri, görevden koptuğumuzda almış oluyoruz.

Limitini bilme erdemi

İkinci Dünya Savaşı yıllarında havacılık sektörünün büyük bir hızla gelişmiş olması, pilotların dikkat konusundaki limitlerini anlamamızı sağladı. Her yeni teknolojiyle birlikte, kontrol altında tutmaları gereken verilerin sayısı da artıyordu. Görevleri git gide daha kompleks hale geldi. Sadece birkaç yıl içinde, mekanik arıza haricindeki durumlar nedeniyle gerçekleşen uçak kazalarının sayısında önemli bir artış yaşandı. O yıllarda deneysel psikoloji alanında büyük üne sahip olan ve özelikle dikkat konusundaki araştırmalarıyla tanınan Donald Broadbent, pilot hatalarındaki artışın nedenini araştırmak üzere görevlendirildi.

Broadbent, uzun süre boyunca devam ettiği araştırmada son derece çarpıcı bir bulguyla karşılaştı: Pilotların eşzamanlı olarak işleyebildikleri veri miktarı tahmin edilenden çok daha düşük bir seviyedeydi. Bu araştırmanın sonuçları, günümüz sinirbilim uzmanlarının yaptığı çalışmalarla da desteklendi. Dolayısıyla, dikkatimizin ve onu kullanarak sergilediğimiz becerilerin limitlerini kabul etmemiz gerek. Tabii bu, hiçbir şekilde geliştirilemeyeceği anlamına gelmiyor. Aksine, limitleri kabul etmek beceriyi daha da geliştirmek adına önemli bir başlangıç olabilir.

Tüm dikkati tek bir göreve yönlendirmek, odaklanma gücünü artırarak diğer dış uyaranları bertaraf etmemizi sağlıyor. Bir başka deyişle; dikkat, odaklanmayı seçtiğimiz sinyallerin kalitesini artırırken, diğerlerini bastırıyor. Dikkati kontrol altında tutmak, sağlıklı ve kaliteli bilişsel aktivitelerin anahtarı sayılıyor. Bunda başarısız olduğumuzda zihinsel performansımız düşüyor ve bir takım sorunlar yaşamaya başlıyoruz. Duyularımızdan gelen verileri yeterince işleyememe, odaklanma problemi, çevremizdeki önemsiz detayları bastıramama gibi durumlar bunlardan bazıları.

Utah Üniversitesi araştırmacılarından David L. Strayer ve fason M. Watson, araç kullanırken telefonda konuşma fenomenini yakından inceledi. Hepimiz, araç kiti veya kulaklık gibi önlemler alındıysa o esnada telefonda konuşmayı oldukça sıradan bir durum gibi algılıyoruz. Hatta yasalar bile, uygun önlemler alındığı müddetçe bu iki becerinin aynı anda sergilenmesine itiraz etmiyor. Oysa bu durum tedbirsiz davranışın mükemmel bir örneğini temsil etmekte. Araştırmanın sonuçları çok net: İki görevde de zihinsel anlamda sert bir düşüş gerçekleşiyor. Yürürken telefonda mesaj yazmanın çevremiz üzerinde nasıl bir kontrol kaybı yarattığını biliriz. Bilişsel anlamda, araç kullanırken telefonda konuşmanın bundan hiçbir farkı yok. Tüm reaksiyonlarımız zayıflıyor ve bu yüzden trafik kurallarının çoğunu farkında bile olmadan ihlal ediyoruz. Örneğin; diğer araçlarla aramızda bırakmamız gereken mesafeyi kısaltıyor, şerit dışına taşıyor, önemli detayları gözden kaçırmaya başlıyoruz.

Strayer ve Watson, 60 bine yakın sürücüyü içeren son derece kapsamlı bir araştırmaya imza attı. Araştırmanın dikkat çekici sonuçlarından biri de; telefonuyla konuşan sürücülerin fren zamanlamasını tutturamıyor oluşu. Yani çoklu işlem becerisi konusundaki sınırlarımızı bilmek sadece onu geliştirmek için değil, bu tür bir senaryoda herhangi bir ölüm kalım meselesine sebebiyet vermemek adına da çok önemli. Araştırmacılar, telefonda konuşuyor olmanın, alkol sınırını aşmış olarak araç kullanmaktan farkı olmadığını, her ikisinin de refleksleri aynı oranda yavaşlattığını belirtiyor. Ancak hatırlatmakta fayda var: Telefonda değil de araçtaki biriyle sohbet ediyorsak durum farklı. Aynı araçta bulunan insanlar, değişken durumlar karşısında gerçek zamanlı ayarlama yaparak seyir için gereken dikkatten ödün vermeden sohbet edebiliyorlar.

Bu araştırma, aynı anda iki görevi gerçekleştirmeye çalıştığımızda, dış uyaranlardan gelen sinyallerin yarısını göz ardı ettiğimizi gösterdi. Araştırmacılar, gönüllülerin göz hareketlerini takip eden gelişmiş bir sistem kullanarak, baktığımız ve gördüğümüz arasındaki farkın da yine yüzde 50’ye karşılık geldiğini buldular. Dahası; dikkatin bölünmüş olması beynimizin bir öncelik sıralaması yapmasına da engel oluyor. Yani yol kenarındaki bir çocuk ya da önemsiz bir reklam panosu arasında bir fark gözetmemeye başlıyor. Bu durumda, o sahneden hangisinin gereksiz enformasyon olarak görülüp silineceğini asla bilemeyiz.

Enformasyon çılgınlığı

Dikkatin bu derece dağılması, kısmi anlamda körleşmemize sebep oluyor. Ancak söz konusu dikkat ve odaklanma olduğunda, işin bir de farklı boyutu var. Bir göreve gerçekten yoğunlaşmaya çalışırken, e-postanızda okunmamış yeni mesajlar görmek bile kimi zaman can sıkıcı olabilir. Nitekim en kıvrak zekaya sahip olup hızlı ve doğru kararlar alabilen insanlarda bile bu büyük bir sorun haline geliyor. Bir noktadan sonra, orada bekleyen e-postalara daha fazla dayanamayıp tüm dikkatimizi onlara kaydırmak zorunda kalıyoruz. Araştırmalar, birçok sektörde günün önemli bir kısmının e-postalara ayrıldığını gösteriyor. E-posta çağı öncesinde iletişim için belli bir çaba sarf etmemiz gerekirken, artık hızlıca kontak kurup mümkünse hemen yanıt alma derdin-deyiz. Dolayısıyla kurulan iletişimin kayda değer bir neden için olmasına da gerek kalmadı. Nedensellikten gittikçe uzaklaşan bu dolaysız iletişim, hepimiz için gereksiz bir iş yükü anlamına geliyor. Ancak kontrol etmeden neyin önemli, neyin önemsiz olduğuna da karar veremediğimizden, rahatsız edici bir dürtüyle sürekli geri dönüp bakma eğilimi gösteriyoruz. Ne de olsa bir sonraki mesaj hayatımızı değiştirecek türden bir içeriğe sahip olabilir. Bu bilinmezlik ve okuduğumuz her bir e-postanın bir karar vermemizi gerektiriyor oluşu (önemsizse bile silmek ya da saklamak için karar vermek zorundayız), zihnimizde büyük bir yüke dönüşüyor.

Londra Gresham Koleji profesörlerinden Glenn Wilson, bölünmüş dikkatin zeka performansını düşürdüğünü gösterdi. Bir şekilde dikkatimizin önemli bir bölümü sürekli o e-postalarda takılı kaldığında, elimizdeki görevi gerçekleştirirken kavrama becerimiz yüzde 10 oranında azalıyor. Stanford Üniversitesi’nden Russ Poldrack ise bambaşka bir sorunu gündeme getirdi: Birden fazla görevi eşzamanlı olarak yerine getirmeye çalışırken yeni bir şey öğreniyorsak, bu veri beynin yanlış bölümüne kaydediliyor. Diyelim ki televizyon karşısında kitap okuyoruz ve televizyonun sesi açık. Bu durumda, kitaptan öğrenilen yeni bilgi beyinde gerçekler ve fikirler olarak değil, yöntem ve beceri olarak kaydediliyor. Televizyon dikkati dağıtıyor olmasaydı, verinin hipokampusta işlenmesi ve sağlıklı bir şekilde organize edilerek kolayca anımsanacak duruma getirilmesi gerekirdi. Oysa kendisi için tamamen yanlış bir nokta olan striyatuma giderek denge ve koordinasyon birimine işleniyor.

Beynimizin bir aktiviteden diğerine zıplayıp dururken işlem yapmasını talep etmek, alm korteksi ve striyatumun daha fazla glikoz yakmasına sebep oluyor. Glikoz, beynin başlıca besinlerinden biri. Ona odaklanma esnasında da ihtiyaç duyduğumuz için elimizdeki yakıtı çok çabuk tüketiyor, kısa süre içinde yorgun hissetmeye başlıyoruz. Dolayısıyla sadece zihinsel değil, fiziksel performansımız da negatif yönde etkilenmekte. Buna uzun süre devam edersek kortizol hormonu seviyesi yükseliyor, beraberinde yoğun kaygı, fevri ve saldırgan tutumlar ortaya çıkıyor. Tek bir göreve odaklandığımızdaysa beynin anterior singulat ve striyatum bölgeleri ahenkle çalışarak daha az enerjiyle daha yüksek kapasitede işlem yapmaya adanıyorlar.

Ödül bağımlısı oluyoruz

Bir gerçek var ki; çoklu işlem becerisi sergilediğimiz zamanlarda bir takım kararlar almamız gerekmekte. Buna nasıl tepki vermeliyim? Bu mesaja cevap yazmam gerekiyor mu? Ne söylemeliyim? Üzerinde çalıştığım konuyu bir kenara bırakıp ara vermemi gerektirecek kadar önemli bir durum var mı? Ancak iki işi aynı anda yapmaya çalışmadığımızda bu tür sorularla baş etmek zorunda kalmıyoruz. Çünkü zihnimiz alışkın olduğu yöntemleri kullanarak hızlıca tepki vermemizi sağlıyor. Dürtüler üstündeki kontrolü kaybettiğimizde birçok önemsiz detay için ciddi bir karar verme sürecine dahil oluyoruz. Telefon üzerinden mesajlaşmak da zihinsel açıdan en az e-postalar kadar yorucu. Aldığımız mesajların çoğu gereken detayları aktarmaktan uzak. Buna rağmen e-postaya oranla çok daha çabuk yanıt alma beklentisi içinde oluyoruz. E-postada durumu gerektiği gibi özetlerken, mesajla iletişimde kısa ve bulanık cümleler kullanıyoruz.

Üstelik gelen mesajlar bir anda ekranınızda belirip o anda karar vermenizi gerektiriyor. Görmezden gelmek de bu süreci pek etkilemediğinden, sosyal beklentilerin karşılanması adına daha büyük bir titizlikle yaklaşıp genelde hemen cevap vermeye çalışıyoruz. Bunu her yaptığımızda, çok önemli bir görevi tamamlamışçasına dopamin salgılıyor, sonuçta ödüle bağımlı hale geliyoruz. Facebo-ok ya da Twitter hesaplarımızı kontrol ettiğimizde de aynı şey yaşanıyor. Dopamin bağımlılığının ne kadar vahim sonuçlara neden olabileceğini gösteren en güzel örneklerden biri, McGill Üniversitesi’nde Peter Milner ve James Olds tarafından yürütülen bir deneyde elde edilmişti. Sinirbilim uzmanları, farelerin beyinlerine elektrotlar yerleştirerek dopamin üretiminin etkisini ölçtüler. Bunun için kafese bir manivela konuldu ve onu çalıştıran farelerin beynindeki ödül merkezine bir sinyal yollanması sağlandı. Fareler bundan öyle hoşlandılar ki beslenme, uyku ve seks konusundaki tüm iştahlarını kaybederek düzeneği harekete geçirmeye yöneldiler. Bir yanda en sevdikleri yiyecekler, diğer tarafta bir düğmeye basarak elde edilen dopamin söz konusu olduğunda bile hepsi düğmeye basmayı tercih etti. Maalesef deneydeki farelerin hepsi bu nedenle aç kalarak öldü. Deneyin sonucu, besinlerden de elde edilebiliyor olmasına rağmen, dopamini daha çabuk almak adına yaşamlarını sonlandıracak ölçüde bağımlılık geliştirebildiklerini göstermekte. Bunun, 3 gün boyunca başından hiç kalkmadan bilgisayar oyunu oynadığı için yaşamını kaybeden Çinli Guangzhou örneğinden hiçbir farkı yok.

Sosyal medya hesapları, telefon mesajları ya da e-posta olması fark etmiyor; onları her kontrol edişimizde bir rahatlama hissediyoruz. Çünkü tamamlanan görevler için ödül olarak salgıladığımız hormonlar var. Kontrol sıklığının artması, daha fazla ödül anlamına geliyor.

Deneyimli olmak da işe yaramıyor

Beynimiz, çevredeki uyaranlardan gelen tüm sinyalleri saniyenin onda biri gibi kısa bir zaman diliminde işleme gücüne sahip. Depolama kapasitesi de bir hayli yüksek. Yaşamımız boyunca milyarlarca enformasyon parçasını hatırlamamızı sağlıyor. Ama bu müthiş performansına rağmen bazı limitleri var. Hatta dikkat, hafıza, işlem hızı gibi konulardaki limitler, o anki performansın daha da artmasını sağlıyor. Mevcut limitlerimize rağmen, aynı anda birçok görevi yerine getirebilen ninjalar gibi olduğumuzu sanıyoruz. Bilim insanları, bu konuda ne kadar iyi olduğumuzu düşünüyorsak, o kadar yanıldığımızı söylüyorlar. Peki, bu veriler herkes için geçerli mi? Eğer öyleyse, örneğin jong-lörler nasıl başarılı olabiliyor?

Utah Üniversitesi araştırmacıları Strayer ve Watson, bu sorulara da yanıt aradı. Elde edilen veriler, risk almaya yatkın olanların daha başarısız olduğunu gösteriyor. Yani kendilerine çok güvendikleri için bunu yapıyorlar ama duyusal yetenekleri o kadar da gelişmiş değil. Aksine, risk almayı sevmeyen ve çoklu işlem becerisine sık başvurmayan insanlar, aynı anda birden fazla görevi gerçekleştirmeleri gerektiğinde daha yüksek bir başarı seviyesi sergiliyorlar. Çünkü odaklanma konusunda diğerlerinden iyiler. Bu da jonglörlerin durumunu açıklıyor. Araç kullanırken telefonlarını sık kullananların bölünmüş dikkatle iyi bir skor yapmaları beklenirken, sonuçların aksini işaret ediyor oluşu, çok pratik yapmanın her zaman mükemmel beceri seviyesine ulaştırmadığını göstermekte.

2009 yılında- Stanford Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir başka araştırma, birden fazla göreve yoğunlaştığımızda görevler arasındaki geçiş aralığını nasıl yönettiğimizi mercek altına aldı. Çoklu işlem yeteneği olduğunu düşünen insanların, görevler arası geçişte en çok zorlananlar oldukları tespit edildi. York Üniversitesi araştırmacıları Faria Sana, Tina Weston ve Nicholas Cepada ise bir konferans esnasında, bazı katılımcıların dizüstü bilgisayarlarından araştırma yaparak dinlemesine olanak tanırken, bazılarının da sadece konuşmacıya odaklanmasını istediler. Onların sonuçları da önceki araştırmaları destekleyen veriler ortaya koydu. Konuyu en iyi kavrayanlar, sadece dinlemekle yetinenler oldu. Oysa o esnada araştırma yapanlar daha fazla bilgiye ulaşabildikleri halde öğrenme konusunda aynı başarıyı gösteremiyorlar. Görünen o ki, görevler arası hızla geçiş yaparak bilgiye minimum çabayla erişmenin de bir faydası yok. Birçok görevi yetersiz seviyede gerçekleştiriyor olmaktansa odak noktasını değiştirmeden öğrenmek hafıza performansını artırıyor.

Aslında çoklu işlem becerisi, insanlardan ziyade bilgisayarlara özgü bir durum. Onların birçok işlemcisi var, bizimse sadece bir tane. Nörolojik olarak böyle bir yetenekle doğmuyoruz. Beynimizin çalışma şekli de bunu desteklemiyor. Hatta telefonumuz çaldığında bilgisayarımızın ekranından uzaklaşarak konuşmaya başlamamız ya da önemli bir konu üzerinde çalışırken telefon, e-posta, sosyal medya hesaplarını bir süre için kapalı tutmamız çok daha iyi bir performans göstermemizi sağlıyor. Bu tutum odaklanma becerimizi geliştirdiği gibi, görevler arasında geçiş yapmamızı da kolaylaştırıyor. Sonuçta bölünmüş dikkat, zaman kaybına neden olurken, hatalarımız da artıyor. Bunu test etmenin çok kolay bir yolu var: Bir kağıda alt alta gelecek şekilde iki paralel çizgi çizin. İlk çizginin üstüne; “Ben aynı anda birden fazla görevi yerine getirebilirim” yazın. Bitince, alttaki çizginin üstüne 1 ’den 20’ye kadar tüm sayıları sıralayın. Bunu yapmak ortalama 20 saniye sürüyor.

Şimdi aynı anda iki görevi yerine getirmeye çalışalım. Boş bir sayfaya aynı şekilde iki çizgi çizin. Bu kez yukarıdaki çizgiye ilk harfi yazdıktan hemen sonra aşağıdakine geçin ve ilk rakamı yazın. Tekrar üst çizgiye geçip ikinci harfi, alt çizgiye atlayıp ikinci rakamı yazın. Hepsi tamamlanana dek bu şekilde devam edin.

Göreceksiniz ki harcadığınız zaman ikiye katlanacak. Hatta bitirdiğinizde birkaç yerde hata yapmış olduğunuzu da fark edebilirsiniz.

İstisnalar da yo değil

Araştırmalara göre, çoklu işlem becerisine sahip olduğunu sanan insanların büyük bir kısmı aslında tek bir göreve odaklanma konusunda zorluk çektikleri için bu yönteme başvuruyorlar. Beynimiz, çoklu işlem becerisini sadece bir koşul altında destekliyor: O an gerçekleştirdiğimiz her bir aktiviteyi tıpkı bir refleks gibi oto-matikman yapabilecek kadar ustalaşmışsak. Örneğin; bebekler yürümeye ilk başladıklarında her bir adımları için dikkat etmeleri, yürümeyi yönetebilmek adına sadece bu aktiviteye yoğunlaşmaları gerekir. Ancak yetişkinler yürürken bir yandan da sohbet edebilirler çünkü artık bu beceride bir hayli ustalaşmışlardı^ Farklı görevler arasında geçiş yaptığımızda, bu görevler birer alışkanlık haline gelmişse beynimizi fazla zorlamamıza gerek kalmıyor. Buna rağmen bazı görevler ne kadar ustalaştığımıza aldırmadan, her seferinde yüksek oranda bilişsel çaba gerektirmekte. Örneğin araç kullanmak bunlardan biri.

Çoklu işlem becerisiyle doğmuyor ve bolca pratik yaparak da böyle bir yetenek geliştiremiyoruz. Ancak içimizde bunu gerçekten yapabilenler mevcut. Onlar tüm nüfusun yüzde üçünü temsil etmekteler. Hatta öyle büyük bir ustalıkla yapıyorlar ki uzmanlar bunu bir anomali olarak adlandırıyor. Deneyimli restoran şefleri, bilgisayar oyunları şampiyonları ve jet pilotlarının büyük kısmı bu grupta yer almakta. Araştırmalarda MRI ölçümleriyle yapılan gözlemler, bu bireylerin beyinlerinde farklı bir durum gerçekleştiğini ortaya çıkardı. Diğer insanlar birden fazla görevi gerçekleştirirken beyinlerinde normalin çok üstünde bir aktivite oluşuyor. Onlardaysa nöral aktivitede hiçbir artış olmadığı gözlemlendi. Özetle, beyinlerini aşırı yüklenme olmadan çalıştırmaya devam edebiliyorlar. Dahası, diğer insanlar bölünmüş dikkat esnasında frontal korteksin belli bir bölgesine yüklenirken, onlar beynin aynı biriminde üç farklı bölgeyi harekete geçirerek çalışıyorlar.

David Strayer ve Jason Watson’ın bu bireyler üzerinde gerçekleştirilen araştırmaları, belirli bir genin özel bir varyantını işaret ediyor. COMT adlı bu gen; hafıza, dikkat, odaklanma gibi becerileri yönetmekte. Genin farklı varyantları, dopaminin ne derece verimli üretildiği konusunda büyük öneme sahip. Şanslı bireylerdeki COMT varyantı daha etkili bir dopamin yönetimi yaratıp beyni çoklu işlem becerisini destekler duruma getiriyor.

Nasıl durdurabiliriz?

Görünen o ki, aslında çoğumuz çoklu işlem yeteneğine sahip olmadığımız için bilişsel olarak birden fazla görevi eşzamanlı üstlenebilecek durumda değiliz. Bu gerçekten yola çıkan uzmanlar, zihnimize aşırı yükleme yapmaya bir son vermemiz gerektiğini söylüyor. Peki bunu nasıl başaracağız?

• Her şeyden önce bizi fazladan görevler üstlenmeye iten mevcut şartlanmadan vazgeçmek gerek: Birden fazla görevi eşzamanlı gerçekleştirmemize gerek yok.

• Çoğumuz, en mükemmel şartlar altında bile 30 dakikadan fazla odaklanmış olarak kalamıyoruz. Bu yüzden günü dilimlere bölerek her bir önemli görev için belirti saat aralıklarını hedef almakta fayda var. Sabah saatlerinde performansımız daha yüksek olduğundan, özellikle analitik düşünme becerisi gerektiren görevleri bu saatlerde gerçekleştirmek daha doğru bir seçim olabilir.

• Tabii teknolojik alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli, dikkatimizi bölen telefon uygulamaları ve e-posta bildirimlerini tekrar yapılandırmalıyız.

• Sosyal medya kontrol sıklığı gibi eğilimlerimize de belli sınırlar koymamız gerek.

• Bunların yanı sıra, örneğin; meditasyon yapmak, gün içinde 30 dakika sürecek bir kitap okuma deneyimine yönelmek, balık tutmak, bahçe ve bitkilerle ilgilenmek gibi aktiviteler de zihni rahatlatıp tüm bilişsel fonksiyonların performansını artırıyor. Özetle, yalnız başımıza gerçekleştirebileceğimiz rahatlatıcı bir aktivite, gün içinde üstlendiğimiz tüm görevlere daha iyi yoğunlaşmamızı ve yaratıcı çözümler geliştirmemizi sağlıyor.

Kadınlar daha yetenekli

Hertfordshire ve Glas-gow Üniversiteleri’nin ortaklaşa yürüttüğü araştırmada eşit sayıda kadın ve erkek gönüllüler kullanılarak, çoklu işlem becerileri konusundaki farklara odaklanıldı. Bir bilgisa yar simülasyonu aracılığıyla gerçekleştirilen deneyde; tek bir görev esnasında her iki grup da eşit puanlar alırken, aynı anda iki farklı görev gerçekleştirildiğinde kadınların daha hızlı olduğu görüldü. Tek görevle kıyaslandığında, tepki verme ve görevleri tamamlama sürelerinde %61 oranında bir performans düşüşü olduğu tespit edildi. Erkeklerdeyse bu oran %77. Deneyin ikinci aşamasında simülas-yonun yerini gerçek yaşamdan örnekler aldı. Bu kez de yine eş zamanlı olarak iki farklı görevi yürütmeleri istendi ama bir de ceplerinde hiç susmayan bir telefon bulunuyordu. Cevap vermeyi seçerlerse, karşılarındaki ses onlara mutlaka yanıtlamaları gereken bazı sorular yöneltmekteydi. Kadınlar bu aşamada da erkeklere oranla daha yüksek bir performans sergilediler. Bunun nedenlerine bakıldığında, çok hızlı bir şekilde strateji geliştirebiliyor oldukları görüldü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu